YİNE Mİ?

Geçmişte yaşanan bir hadiseden dolayı 21 Aralık tarihini, en uzun geceyi hiç sevmedim ben sevemedim, nefret ettim. Herkes uzun yaşar bu geceyi bense upuzun. Gündüz görünürde bir şey yoktu. Hatta bir iyilik yaptım; evdeki orkideleri suladım. Bir kitapta rast gelmiştim: Orkideler fazla suyu sevmezmiş hatta yeşil kısımlarının üstünde su kalırsa nefret ederlermiş. Öyle anlatıyordu yazar. Doğada kurdeleli saksıda plastik kapta değilde ağaç kabuklarında yaşadıklarından, orda da su ihtiyaçlarını yağmur karşıladığından yağmura söverlermiş. Aman sana da sövmesinler dikkatli sula hocam. Ben yeşil kısmlarında kalan  suyu kağıt havlu ile aldım. Bir de o güzellikler sövmesin bize. Neyse geçelim orkideleri, onlar bu gece rahatlar. Karışan eden yok, sıcak ev, ilgi de görüyorlar seveni de çok daha ne olsun. Bide benim gibi bir sulayanları var artık. Olaya el koydum. Kitaptaki teoriyi pratiğe geçirdim. Çiçekler ve kitaplar, ikisi de mühim mesele hocam. Ben demiyorum 1971'te Oğuz Atay Tutunamayanlar kitabında söylemiş, aç bak. Hayatta iki şeyin satıcısının niteliği olmalı özel kişiler olmalı diyor. Biri çiçek satıcısının diğeri kitap. Neyse hocam saat 02:49 orkideleri, kitapları, rahmetliyi rahat bırakalım. Dedim ya bu günü sevmem diye, uzun gece bana upuzun olur diye. He işte, akşamdan erken yatayım sabah güneşin doğuşuyla unutur giderim hiç geceyi yaşamadan diye. Teoride böyleydi hocam pratikte sıçtık. Uyandım hocam maalesef sabah olmamış. Gecenin yarısı hocam, şimdi sabaha kadar da uyutmaz. Bir deneyeyim dedim yatakta, uykuya yalvardım, bildiğim bütün taktikleri uyguladım; çitlerden atlayan koyun bile saydım hocam düşebiliyor musun? Olmadı. Işığı açtım, biraz kitap şiir okuyasım vardı, var gibiydi, vazgeçtim. Bilgisayarı açtım, sonra bir müzik, sonra yazmaya başladım bu satırları. 

Çalan şarkı çok güzel, tesadüf, bilinçli değil, spotify karışık çalıyor. Uykumun kaçması gibi şarkının kaçmasına izin vermedim, beğendim, tekrara aldım hala çalıyor. Çok enteresan türkülük bir gece de, eskiden normal de arabesk albümlerinin peşi sıra geldiği, dertlerin tasaların gelip kafamda oturup sıra gecesi yaptığı, gülen yüzlerle beynimin içini afiyetle yedikleri benimle dalga geçmeleri gerekirken, kafam orta doğu gibi karışık, ruhumun kan revan olması gerekirken ben çalan müziğin eşliğinde ilk defa bu sene biraz daha rahat karşılıyorum. Bunu biraz da yazmaya bağlıyorum. Rahatlıyorum hocam yazarken. Okurken böyle değilim. Okurken kafam Anadolu'nun tarihi gibi karışıyor. Yazarken ama sanki Avrupa'nın göbeğinde kahve içiyorum. Değiştik hocam, bazı şeyler değil çok şeyler değişti. Eskileri isterdim hocam, belki yakın geçmişi belki çok eskiyi, milattan önceyi falan. Ama kesinlikle bu zamanları değil. Yaz yaz bitmez bu gece, yazdıkça yazasım geliyor. Sabahlar olmasın değil sabahlar olsun ben bu geceyi sevmiyorum, sabah olmalı. Rahmetlinin (Oğuz ATAY) bildiğim bir sözü var yine malum kitaptan. Rahatsız ettik seni gene baba, affet. Şöyle diyor rahmetli: "Eskiden buhranlı gecelerimin sabahında, güneşin doğuşu beni sakinleştirirdi. Şimdi sıkıntı veriyor; yeni bir güne başlamanın sıkıntısını. Basma perdenin arasından giren ışınlar yaşanacak uzun bir günü gözüme sokuyor." Bakar mısınız şu söze? Ne kadar özel. Paradoks aslında kendi içinde. Bi tarafta ışıklar var aydınlık bi tarafta karanlıklar, karamsarlık. Neyse rahmetli ışıklar içinde uyusun, pek sevmez ama. Derin konular bunlar. Bu gece uzun olacak belli. Ben biraz zamanı hızlandırmaya gidiyorum, ya da çok eskilere, tarih kitaplarına dalıcam. PEK SEVMEM AMA. 


Uğur BAĞCI
      






Yorumlar